Salon sahibinin egosu salondaki bütün ağırlıklardan daha ağır:
Bu yorum, 1 ay boyunca her gün gidip geldiğim bir salon hakkında. Yani ayaküstü uğrayıp bir selfie çekip çıkanlardan değilim. Terledim, çalıştım, gözlemledim. Sport Club Spor Salonu ilk bakışta beklentileri karşılayan bir yer gibi görünebilir: ekipmanları yeterli, aletler çeşitli, fiyatlar piyasaya göre makul. Hatta ortamda çalışan insanlar genelde pozitif ve sporcuya saygılı. Ancak bir spor salonunu asıl değerli kılan şey, duvarlardaki ayna değil; içindeki zihniyet. Ve bu zihniyet burada egonun elinde kalmış, gelişememiş.
Salona ilk girdiğimde, “Burası ideal gibi” demiştim. Bench, cable crossover, smith, cardio ekipmanları… Hepsi tamam. Çalışmaya başladım. Fakat işler, salon sahibinin tavırlarını gözlemlemeye başladığımda değişti. Sporun içinden gelen biri değil; bu, hemen anlaşılıyor. Bilgi eksikliği değil sadece, saygı eksikliğiyle de birleşmiş. Mesela smitch istasyonuna Bench sehpasını götürüp incline press çalışmak istedim. Türkiye’de hemen her salonda uygulanan bir şey. Cevap mı?
> “Benim burada yapmadığım hareket burada kimse yapamaz.”
Bu söz hem anti-bilimsel, hem de anti-sporcu bir yaklaşım.
Spor evrenseldir, kişisel tercihlere, antrenman sistemlerine ve fiziksel farklılıklara göre şekillenir.
Bir salon sahibi olarak işin "fitness bilimini" takip etmiyorsan, bari önünde çalışan insanları baltalama.
Şimdiye dek 10'dan fazla salonda çalıştım, ama bu denli "egosu barbell'dan ağır" bir yöneticiyle ilk defa karşılaştım.
Bakın, salonun sahibi söylüyor. Sanki bilimsel olarak zararlıymış gibi bir özgüvenle… Hangi akademik kaynaktan besleniyor bu yasaklar? Hangi kas anatomisi kitabında “Bir salon sahibi ne yaparsa, herkes ona uymalıdır” yazıyor? Tamam, kurallar olur. Ama bu “Benim hoşuma gitmiyor, sen de yapma” düzeyinde bir zihniyetse, burada spor değil, kölelik disiplini uygulanıyor.
Bu tavır yalnızca bu olayla sınırlı değildi. Diğer üyelerin yaptığı bazı hareketlere bakışları, kısıtlamaları ve sık sık ortamı gözlemleyip insanları kontrol altında tutma çabası… Kimin neyi kaldırdığına değil, nasıl kaldırdığına bile karışan bir ego denetimi hâkim. Salon atmosferi, uzun vadede insanın hevesini kırıyor. İnsana şunu düşündürtüyor: “Kas yapıyorum ama burada karakterim eziliyor.”
İyi spor salonu demek, sadece ekipman dizisi değil. Orası bir özgürlük alanı olmalı. İnsan vücudunu tanımak, sınırlarını zorlamak ister. Bilim artık antrenman çeşitliliğinin, özgün hareket kombinasyonlarının önemini her yerde vurgularken, birinin çıkıp "ben yapmadım, sen de yapma" demesi ne kadar akla uygun?
Bu tarz bir yönetim yaklaşımı, zamanla sporcuları kaçırır. Yeni başlayanlar özgüven kaybeder. Tecrübeli sporcular yaratıcı çalışamaz. İnsanlar vücut geliştirme değil, sinir harbi yaşamaya gelir. Salon sahibinin üslubu hem spora, hem de sporcuya ihanet gibi.
Sporculara “müşteri” gibi değil, “misafir” gibi davranılmalı. Egolarını terletenlere alan açılmalı. Ama burada güç yalnızca ağırlıklarda değil, yöneticinin egosunda yoğunlaşmış durumda. Aletleri kullanmak serbest ama kafanı kullanmak yasak gibi.
Bu yüzden bu salonu, sırf içinde alet var diye önermek istemem. Kaslar gelişebilir ama insan saygı görmediği yerde durmaz. Sport Club Spor Salonu, kendi adı gibi “club” kalmayı başaramamış bir yer. Bir salonda en son görmek isteyeceğiniz şey, “spora yabancı bir patronun hükmü”dür. Ne yazık ki burada tam olarak bu var.
Ben tavsiye etmiyorum. İsteyen gidip aletlere değil, sabrına yüklenebilir.