Dara, Mardin’in 30 km güneydoğusunda, Oğuz köyünde bulunan antik bir sınır yerleşimidir. Dara antik kenti, MS 505-507 yıllarında Roma imparatoru Anastasius (491-518) tarafından imparatorluğun doğu sınırını Sâsânîlere karşı korumak için bir garnizon şehir olarak kurulmuştur. Anastasius’un döneminde kente metropolis statüsü verilmiş ve Mezopotamya bölgesi yönetim merkezi hâline getirilmiştir. İmparator Justinianus döneminde Dara’da, I. Anastasius tarafından yaptırılan kent surları onarılmış ve ilâveler yapılmış; sarnıçlar inşâ edilmiştir
Dara kenti, büyük su sistemlerine sâhiptir. Kent; surları, iç kale, burçlar ve hendek gibi savunma yapılarıyla iç içe geçmiş hâldedir. Uzun süren kuşatma dönemlerinde kente sığınan ordunun daha uzun süre direnebilmesinde bu su sistemlerinin varlığı etkili olmuştur. Dara antik kentinden günümüze ulaşan kalıntıların çoğu, erken Bizans dönemine âittir. Bununla birlikte kentte, Geç Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı yapıları bir arada görülmektedir. Bu yapılar; agora, sütunlu cadde, büyük kilise, mozaikli yapı, baldaken planlı yapı, köprüler, sarnıçlar, setler, nekropol alan, kent surları ve kapıları ile İslâmî dönem kalıntıları olan türbeler, mezar taşları ve câmiden oluşmaktadır.
1300’lü yıllarda Dara’ya seyahat eden İbn Battuta, seyahatnâmesinde Dara için, “Eski ve büyük bir şehir. Manzarası güzel. Yukarılardan bakan bir kalesi var. Şimdi harap; içinde kimse yaşamıyor. Dışında mâmur bir köy vardı. Orada konakladık.’’ ifâdelerini kullanmıştır. İstahri ise Dara’nın dağın eteğinde kurulmuş küçük bir şehir olduğundan bahsederek şehrin ağaç ve bitkileri bol olan bir yer olduğunu ve içerisinde akan bir nehir olduğunu aktarmaktadır. Onun çağdaşı İbn Havkal, Dara’yı su kaynakları ve ekili arâzinin bol olduğu küçük bir kasaba olarak anlatmaktadır. Yine bölgeye seyahat eden önemli seyyahlardan Makdisi, Dara’yı küçük ama güzel bir şehir olarak betimler. Şehirdeki su kanalı sâyesinde suyun, kireç taşından yapılmış evlere kadar taşındığından bahsetmektedir.
Şehrin mîmârî ve sosyal yerleşiminin durumunu belirleyen en önemli faktörlerden biri, içerisinden akan çaydır. Anadolu’da Roma su mîmârîsinin temsil edildiği nâdir yerlerden biri olan Dara’da Mygdonius (Hirmas-Çağaçağ) nehrinin bir kolu olarak bu çay şehre hayat vermiştir. Ancak antik kentteki köprü kemerlerinin kavî mîmârîsi dikkate alındığında küçük bir akarsu olmadığı da anlaşılır. Su kapıları, su sarnıçları ve su hazneleri, şehre gelen suyun intizamlı bir şekilde işlenmesi ve tahliyesi için inşâ edilmiş, Roma mîmârîsinin önemli su yapıları arasında gösterilmektedir. Bu yapılarda en dikkat çekici unsurlardan biri, şehirdeki suyun güvenli bir şekilde tahliyesini sağlayan su kapılarıdır.