İstanbul’un kalabalığından, betonun boğucu gürültüsünden uzaklaşmak isteyen herkesin yolu en az bir kez Burgazada’ya düşmeli. Burası adeta zamanın ağır ağır aktığı, denizin mavisine şiir yazıldığı, martı seslerinin bile dingin olduğu bir yeryüzü parçası.
Burgazada, diğer Prens Adaları’na kıyasla daha sakin, daha içten ve daha yalın bir güzelliğe sahip. Yokuşlu sokaklarında yürürken begonviller size selam verir, ahşap köşklerin gölgesinde geçmişin izlerini duyarsınız. Her adımda içiniz ferahlar, yüreğiniz hafifler. Güneşin denize değdiği o altın saatlerde, adanın kıyılarında yürümek başlı başına bir meditasyon gibi.
Burada motorlu araç sesi yok, kornalar yok, acele yok. Onun yerine bisikletler, elektrikli minibüsler, deniz sesi ve kendi kalp atışınızı duyarsınız. Burgazada’da yürümek, sadece bir yürüyüş değil; aynı zamanda ruhunuza da bir yürüyüştür.
Sait Faik’in izini sürebileceğiniz bu ada, edebiyatla da sarmalanmış bir yerdir. Onun öykülerine ilham veren balıkçıları, çınar gölgelerini, denize nazır çay bahçelerini burada yaşamak mümkündür. Sahilde bir çay söyleyip dalgaların sesinde kaybolmak, insanın kendini yeniden bulmasına yardım eder.
Yemyeşil yürüyüş rotaları, berrak denizi, güleryüzlü adalıları ve huzurlu atmosferiyle Burgazada, İstanbul’a bu kadar yakın olup da ruhunuza bu kadar iyi gelen ender yerlerden biri.
Küçük bir öneri: sabah erkenden gidin, kalabalık olmadan gezin, sessizliği dinleyin. Günü batırmadan dönmeyin. Çünkü Burgazada’da gün batımı, bir manzaradan çok daha fazlasıdır — bir duygudur, bir sükûnet anıdır.
Eğer kendinize bir iyilik yapmak istiyorsanız, rotanızı mutlaka Burgazada’ya çevirin. Bu ada, bedeninizi dinlendirdiği kadar ruhunuza da iyi gelecek.