Kásım Efendi, vecd ve hâle ulaşmış, keşf ehli bir zät olarak şöhret bulmuştu. Kendisi, uzun zaman "Baba Nakkaş" civarındaki, dağlarda gezmekte idi. Kaasim Efendi'nin civar köylerinden biri ile alakası vardır.
Amma köye hiç uğramıyordu. Halktan uzleti kendini ölçü edinmişti. Bu háli, Galata háricinde Saray Ağalarından Birinin bir "Záviye "biná edip, "Celebi Halife "den buraya bir "Halife "göndermesini rica
etmesine kadar devam etti. Celebi Halife'de bir dervişi'ni gönderip, Kaasım Çelebi'yi dağdan tutup, Şeyh'in Huzuruna getirdiler. Şeyh'in emri ile saçı ve sakalı traş ettirilip, hırkası giydirildi. Şeyh Efendi'nin duâ-i şerifleri ile hilafetleri verilip, o záviyenin meşihatine tayin edidi. Nakle göre, Kendisinin o derece "Fenâsı" (makam) vardıki, mübarek sırtındaki cübbeyi çıkarmak istediklerinden, bu mümkin olmayıp, bunun üzerine bir bıçakla boydan kesilerek, sırtından çıkartılmıştı. İç göleği ve iç hırkası bitlerin kan emmesi
sebebiyle kıpkırmızı olmuştu. Şeyhi, bu hali görünce mest oldu. O zamana dek aklı başına gelmemiş, cezbe ve istiğrakı hiç eksilmemişti. Şeyhi'nin emri ile halife olarak, Galata'daki tekke'ya irşadla
görevlendirilince, bu hâlden sıyrılabilmişti. Uzun zaman sonra "Hadım Ali Paşa "bir Cámi binâ etmişti. Şeyh'e olan sevgi ve hürmeti sebebiyle, Câmi'nin yanına bir de Záviye binâ ettirmişti. Şeyh hazretleri,
kendisine tahsis edilen bu zâviyede uzun süre "halvet" (Çile hane) ve erba'in "ler çıkardı. Halkı ve talipleri halvetine máni olmaması için, cami içine ve kendi evinin içine birer hálvethâne yaptırıp, cuma namazı ve vaaz dışında, gerek kendisi ve gerekse dervişleri halvet hanelerinden dışarı çıkarmazdı. Dostlarının dışında her hangi bir zatın davet ve ziyafetini kabul etmezdi. Menkıbelerinden biri şöyle nakledilir.
Dervişlerinden biri, devrin "Kutb'unu görmeği arzu ediyordu.Şeyh'i onu Bursa'ya bir hizmete göndermişti.
O da bir gemiye binip giderken yolda bir firtina patlak verdi. Daha ne olduğunu anlamadan kendini bir adada buldu. Kendisi o adada dolaşmakta iken,son derece güzel yeşil bir çimenlik yere rast geldi. Orada o gün kalmaya ve gecelemeye karar verdi. Gece yarısı yedi kişi çeşitli yönlerden denizin üzerinde yürüyerek, adaya çıkıp, o çimenlik sahaya geldiler. Bunlardan birinin yüzü nikáblı (örtülü.peçeli) idi. Bunlar aralarında bazı şeyleri konuşup, istişare ettikten sonra namaz kıldılar. O yüzü peçeli kişi, onlara imam oldu. Sonra geri dönüp, hepsi
geldikleri yere ve yöne doğru gittiler. Dervişin aklı başından gidip, feryâd ederek kendisinide götürmelerini niyaz etti. Yüzü nikáblı kişi ona dönüp, "Niçin Şeyh'inle kanaat etmezsin, içinde başka istek ve sevdaları çıkarıp at " dedi. O, tövbe ve istiğfar edip, başını kaldırdığında, o zat'ın yüzünü açtığını ve onun kendi Şeyhi Kaasım Efendi olduğunu gördü. Şeyh onun elinden tutup, onu bir derya kenarına çıkardı. Sonra Ona. Sen yavaş yavaş geledur, benim acele bir işim var, diyerek zaviyesine döndü. Rivayete göre derviş, kırk günde İstanbul'a güçlükle gelebildi.
Záviyesine geldiğinde Şeyh'inin Vefat ettiğini gördü.