Afyon Müzesi, içinde taşıdığı paha biçilmez eserlerle Anadolu’nun binlerce yıllık belleğini ayakta tutmaya çalışıyor. Beş katlı yapısında, her bir dönem ayrı ayrı temsil ediliyor; Hitit’ten Frig’e, Roma’dan Selçuklu’ya uzanan bu arkeolojik zenginlik, neredeyse eşsiz nitelikte. Ancak tüm bu tarihsel ihtişama rağmen müze, ne yazık ki bulunduğu binayla kendi anlamını boğuyor, adeta kendi hikâyesini sabote ediyor.
Müze binası mimari açıdan bir ucube. Ne işlevsel ne de estetik bir değeri var. Eserlerin taşıdığı tarihsel ağırlıkla tezat oluşturan bu yapının, onları taşıyacak bir vakar ya da görsel dil geliştiremediği açık. Eserler adeta bir "konserve kutusuna" hapsedilmiş gibi; karanlık, boğucu ve ruhsuz bir atmosferde sergileniyor. Binanın iç tasarımı kullanıcı dostu değil, gezenleri yönlendirmiyor; dış çevresi ise şehir dokusundan kopuk, alana yabancı, yerle barışık değil. Bu haliyle sadece mimari bir hayal kırıklığı değil, aynı zamanda kamusal alan israfı olarak da değerlendirilmeli.
Bir müze yalnızca içindekilerle değil, onları nasıl sunduğuyla da anlam kazanır. Afyon Müzesi, olağanüstü eserlerini sıradan hatta nahoş bir çerçevede sunarak, ziyaretçide hayranlık değil, hayal kırıklığı bırakıyor. Kültürel hafızanın ve estetik duyarlılığın bu denli göz ardı edildiği bir yapı, ne yazık ki taşıdığı tarihsel yükü layıkıyla temsil edemiyor.
Tarih susmaz ama yanlış anlatılırsa yankısı da boğuk olur. Afyon Müzesi şu anda yankısını yitirmiş bir çığlık gibi.